Friday, August 31, 2012

1208.6116 (Gianluca Martelloni et al.)


A computational toy model for shallow landslides: Molecular Dynamics

approach    [PDF]

Gianluca Martelloni, Franco Bagnoli, Emanuele Massaro

The aim of this paper is to propose a 2D computational algorithm for modeling of the trigger and the propagation of shallow landslides caused by rainfall. We used a Molecular Dynamics (MD) inspired model, similar to discrete element method (DEM), that is suitable to model granular material and to observe the trajectory of single particle, so to identify its dynamical properties. We consider that the triggering of shallow landslides is caused by the decrease of the static friction along the sliding surface due to water infiltration by rainfall. Thence the triggering is caused by two following conditions: (a) a threshold speed of the particles and (b) a condition on the static friction, between particles and slope surface, based on the Mohr-Coulomb failure criterion. The latter static condition is used in the geotechnical model to estimate the possibility of landslide triggering. Finally the interaction force between particles is defined trough a potential that, in the absence of experimental data, we have modeled as the Lennard-Jones 2-1 potential. In the model the viscosity is also introduced and for a large range of values of the model's parameters, we observe a characteristic velocity pattern, with acceleration increments, typical of real landslides. The results of simulations are quite promising: the energy and the time triggering distributions of local avalanches shows a power law distribution, analogous to the observed Gutenberg-Richter and Omori power law distributions for earthquakes. Finally it is possible to apply the method of the inverse surface displacement velocity [Fukuzono 1985] for predicting the failure time.
View original: http://arxiv.org/abs/1208.6116

Thursday, August 30, 2012

Korkma, sönmez bu safaklarda yüzen al sancak;


Türküm, doğruyum, çalışkanım.

Yasam; küçüklerimi korumak,

büyüklerimi saymak,

yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir.

Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.

Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.


     






Korkma, sönmez bu safaklarda yüzen al sancak;






Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.






O benim milletimin yildizidir, parlayacak;






O benimdir, o benim milletimindir ancak.






Wednesday, August 29, 2012

Modaikon.com - Yeni Moda İkonu







2012 moda dünyasında alışverişi gittiğimiz de elbise modelleri o kadar çok ki karar vermek zorlaşıyor . Abiye modelleri seçiminde ise işimiz daha da zor oluyor , abiye modelini seçtikten sonra abiyemize uygun çanta seçimi ise işin en zor kısmı . Çanta modelleri fazla olmasına karşın elbise modelleri ile çoğu zaman uyumlu olmuyor . Bizde bu yüzden elbise modelinin kumaşından çanta kaplatıyoruz . Bu bile bazen işe yaramıyor çünkü bu şekilde çantayı kaplattığımızda da abiye elbisemiz koyu renkte ise mesela kahverengi ise kahverengi çanta ile oldukça boğuk bir görüntü ortaya çıkıyor . Tabi ki bunda da istisnalar var . Mesela Burberry , Balenciaga ve daha bir çok marka bunu iyi dengeleyebiliyor .



Monday, August 27, 2012

Mein Kampf (Kavgam)




Mein Kampf (Kavgam)

Adolf Hitler

Kader, beni iki Alman devletinin tam sınırları üzerinde bir kasabada, Braunau şehri'nde dünyaya getirdi. Alman olan Avusturya, büyük Alman vatanına tekrar dönmelidir. Hem bu birleşme, iktisadi sebeplerin sonucu olmamalıdır. Bu birleşme, iktisadi bakımdan zararlı olsa bile, mutlaka olmalıdır.

Aynı kan, aynı imparatorluğa aittir. Alman kavmi, kendi evlatlarını tek bir devlet halinde bir araya toplamadıkça, sömürge siyaseti çalışmalarında bulunmayı hak etmeyecektir.

Alman sınırları, bütün Almanları ihtiva ettiği zaman bu nüfusu besleyemeyecek kadar güçsüz olduğunu tahakkuk ederse; bu kavmin hissedeceği gerek ve zorunlulukta yabancı topraklar elde etmek için hak sahibi olacaktır, işte o vakit, sapan yerini kılıca bırakacak ve temiz gözyaşları gelecekteki dünyanın ürünlerini hazırlayacaktır.

Dünyaya gözlerimi açtığım şehrin durumu, yukarıda açıkladığım büyük ve şerefli bir görevin sembolü gibi görünüyordu. Bu şehrin büyük bir hatırası vardı. Bu hatıra her Alman milliyetçisini kendisine çekecek büyüklükte idi. işte bu ıssız, bu köşede kalmış memleket yüzyıl önce milletimizin tarihinde ölmez olaylar görmüş ve hatırlandığında her milliyetçi Almanı üzecek bir faciaya sahne olmuşu. Almanya'nın yıkılmasına ramak kaldığı devrede Nürenberg'te kitapçı dükkanı sahibi olan, milliyetçi (nasyonalist) ve Fransız düşmanı Johannes Palm Almanya uğrunda canını vermekten çekinmedi. Feci olaydaki ortaklarını açıklamamakta gösterdiği cesaret her Almanın ders alacağı bir fedakarlık örneği idi. Leo Schlageter de fedâkâr kitapçının izinden yürümüştü.

O da Johannes Palm gibi, kendi hükümetinin bir temsilcisi tarafından Fransa hükümetine gammazlanmıştı. Agusbourg'un polis müdürü olan Leo Schlageter, bütün Alman milliyetçilerini üzen, fakat feci olduğu kadar şerefli olan bir sonla karşılaşmıştı, işte Leo Schlageter'ın bu tutumu Severing Hükümetinin yeni Alman memurlarına örnek olmuştu. Annem ve babam 1890 yılına doğru kan itibariyle Bavyeralı, fakat siyaset bakımından Avusturyalı küçük Inn şehrinde ikamet ediyorlardı. Babam, görevine bağlı bir memurdu. Annem, ev kadını idi. Ev işleri ile meşgul olurdu. Annem ve babam çocuklarının üstüne şefkatle titrerlerdi. Hayatımın bu bölümleri bende çok az iz bırakmıştır. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra babam Braunau am Inn'den biraz daha uzakta Passan'da yeni bir göreve başladı. Passan asıl Almanya'da idi ve babam yine memurdu.

O günlerde Avusturyalı memurların memuriyet hayatlarında birçok tayin, nakil ve takaslar söz konusu olurdu, işte bir gümrük memuru olan babam da bir müddet sonra Linz'e döndü. Babam Linz'de memuriyetteki görevine bir süre daha devam ettikten sonra emekli oldu. Emeklilik sevgili babam için hiçbir zaman bir dinlenme devresi olmayacaktı. Babam bir çiftçi ailesinin oğlu idi. Genç yaşta evini terk etmek zorunda kalmıştı. 13 yaşında iken çıkınını hazırlayıp köyünü terk etti. Köylülerin ısrarlı uyarılarına rağmen bir sanat sahibi olmak üzere Viyana'ya gitti. 1850 yılında cebinde sadece üç ecus ile böyle bir karar vermek, cesaret isteyen bir işti. 4 yıl Viyana'daki çalışması sonunda babam esnaflıkta biraz ilerlemişti. Ancak bu gelişme babama yeterli gelmiyordu. O günlerin yoksulluğu babamı daha iyi bir mevkie sahip olmak için mesleğini bırakmaya zorluyordu.

Köyde yaşarken papazın yaşayışı onun gözünde insanların yaşayışlarının en son sınırı olarak görünüyordu. Oysa şimdi büyük şehir onun fikirlerini değiştirmiş, yeni bir görüşün sahibi yapmıştı. Artık babam memuriyeti her şeyin üstünde tutuyordu. 17 yaşında henüz bir delikanlı iken her türlü yoksulluk ile karşı karşıya olmasına rağmen, kararlı bir şekilde hedefine ulaşmak için bütün fedakarlıklara katlanıyordu. Sonunda hedefine ulaştı ve 21 yaşında iken memur oldu. Böylece baba ocağına "adam" olduktan sonra dönmek üzere ettiği yemini yerine getirmiş oluyordu. Köyde kimse onu hatırlamıyordu ve o da köyü yabancı buluyordu. Şimdi 56 yaşında idi. emekli olmuştu, ama boş durmak istemiyordu. Avusturya'nın Lambach kasabasında arazi satın aldı.

Toprağı işletmeye başladı. Uzun memuriyet görevinden sonra hayatının son halkasında tekrar aile kaynağına dönüyordu. Zevklerim, beni babamın hayatına benzer bir hayata itmiyordu. Konuşma yeteneğim, çocukluk arkadaşlarıma verdiğim, ikna edici ve daha doğrusu kandırıcı söylevlerle oluşmaya başladı. Kendi kendimi zor idare edebilen küçük bir lider olmuştum. Bu arada iyi bir öğrenci olduğumu da söyleyebilirim. Çalışmak bana kolay geliyordu. Boş zamanlarımda "Lambach Chanoine"lerin yanında şan dersleri takip ediyordum. Dini yortuların ihtişam dolu gösterileri beni mest etmeye yetiyordu, işte bu durum tıpkı babam gibi düşünmeme sebep oluyordu. Köyünün papazının yaşayışı babamı nasıl büyülemiş ise, muhterem peder Abbe de benim gözümde büyüyor ve bana hedef olarak gözüküyordu. Konuşma yeteneğim babam tarafından takdir edilmiyordu. Ailem benim davranışlarımdan dolayı endişeleniyordu.

Konuşma hevesim yavaş yavaş kaybolurken, kişiliğime daha uygun becerilerim ortaya çıktı. Babamın kütüphanesinde elime geçen askeri konularla dolu çeşitli kitapları ve 1870  1871 Alman Fransız savaşlarına ait yazıları büyük bir dikkatle okuyordum. Kısa zamanda kahramanlık, ahlaki düşüncelerimde birinci sıraya geçti. Savaşa ve askerliğe ait şeylerin tamamını her türlü kaynaktan toplamaya başladım. Bu, aynı zamanda bir gerçeğin ortaya çıkışıydı ve bazı sorular aklımı karıştırmaya başladı. Öyle ya, bu savaşları yapan Almanlarla diğerleri arasında fark var mıydı? Babam dahil bütün Avusturyalılar neden bu savaşa katılmadılar? Bizler (yani Avusturyalılar) diğer Almanlarla aynı değil miydik? Bu sorular beynimin içinde dönüp duruyordu. Sonunda bütün Almanların Bismarck Hükümeti'ne dahil olmak saadetine sahip bulunmadıkları hükmüne vardım.

Nihayet eğitim zamanı gelip çattı. Babam benim davranışlarımdan lise eğitimi için bir becerim olmadığı sonucuna varıyordu ve benim için Realschule'yi daha uygun buluyordu. Babamın bu karara varmasına biraz da resim alanındaki yeteneğim sebep oluyordu. Babam Avusturya liselerinde resim dersinin geçiştirildiğini söylüyordu. Kendi hayatının zorluklarla dolu çalışma dönemi, onu, gözünde uygulamada hiçbir faydası olmayan "humanites"ten uzaklaştırıyordu. İşin esasına bakılırsa babam, beni de kendi gibi memur yapmak istiyordu. Yoklukla geçen gençlik devresinden sonra elde ettiği küçük mevki babamda bu kararın doğmasına sebep oluyordu. Hatta benim daha da yüksek bir memuriyete girmemi istiyordu. Amacı benim hayatımı kolaylaştırmaktı.

Bir vakitler kendi hayatının en büyük halkalarını oluşturan şeyin, benim tarafımdan kabul edilmemesine bir türlü akıl erdiremiyordu, işte bu yüzden babamın kararı basit, emin ve çok doğaldı. Hayat kavgasının kazandırdığı çelik gibi bir karaktere sahip olan babam, benim, daha doğrusu tecrübesiz bir delikanlının geleceği hakkında karar vermesine izin vermiyordu. Fakat sonunda iş bambaşka oldu. Babam beni memur yapmak istiyordu. On bir yaşımda idim. Derhal babama karşı çıktım. Memur olmak istemiyordum. Öğüt ve sert hareketler beni yenemedi.

Babam kendi hayatına ait bir sürü hikayeler anlatarak bende de memur olma isteği uyandırmak için bir hayli çaba harcadı. O ne kadar çaba gösterdi ise ben de o kadar direndim. Aslında anlattığı öyküler bende hep olumsuz etki yaptı. Günün birinde karanlık bir odada masa başında oturacağımı, daha doğrusu hapis olacağımı ve vaktimi istediğim gibi harcayamayacağımı, günlerimi birtakım kağıtların arasında geçireceğimi düşündükçe memuriyete karşı duyduğum tiksinti gittikçe kabarıyordu.

Realschule'ye devam ettiğim sürece vaktimi geçirmek hususundaki daha önceki alışkanlıklarımda bir değişiklik olmadı. Okulun öyle uzun çalışmayı gerektirmeyen dersleri, benim zamanlarımı açık havada değerlendirmemi sağlıyordu, îşte bugün siyasi düşmanlarım, benim gençliğimde neler yaptığımı ortaya koymak için, çocukluk devreme varıncaya kadar hayatımın bütün devrelerini büyük bir dikkatle araştırdıkları zaman, bana mutlu günlerimi tekrar yaşama fırsatı vermiş oluyorlar. Bu yüzden kendilerine teşekkür ederim.

Realschule'ye devam ettiğim günlerde yaşayışımda bir değişiklik olmadı. Babamın beni memur yapma çabaları ve benim direnmem devam ediyordu. Bu duruma tahammül ediyordum. Kendi düşüncelerimi gizleyebiliyor, böylece babamla devamlı bir çatışma içine düşmüyordum. Hiçbir zaman memur olmama kararım kesindi. Bu karar beni mutlu yaşatmaya yetiyordu.

Fakat sonunda babamın düşünceleri, benim idealim ile karşılaşınca işler çatallaştı o sıralarda on iki yaşımda idim. Bir gün ressam olmam gerektiğine karar verdim. Bu nasıl oldu, şimdi tam hatırlayamıyorum. Desinatörlük yeteneğim su götürmezdi. Hatta babamın beni Realschule'ye kayıt ettirmesinin sebeplerinden biri de bu yeteneğimi görmüş ve sezmiş olmasıydı. Ancak babam, benim ressam olacak kadar bu yeteneğimi geliştireceğimi aklına getirmiyordu. Onun tek düşüncesi beni memur yapmaktı. Bundan uzak durduğumu gördüğü ve tam olarak anladığı zaman ilk defa bana ne olmak istediğimi sordu. Ben kararımı çok önce vermiştim. Derhal şu cevabı verdim: "Ressam" Babamın adeta dili tutulmuştu. Önce benden şüphe etti. Sonra yanlış işittiğini sandı. Fakat düşüncelerimi ve idealimi tam öğrenince, şiddetle karşı koydu. Benim yeteneğimle ilgili düşüncelerime hiç önem vermedi.

"Ressam mı olmak? Hayır... hayır... asla!.." diyordu. Fakat kendisi ne kadar inatçı ise, onun oğlu da, yani ben de, o kadar inatçı idim. inatçılık babadan oğla geçmişti. Baba "asla" deyip duruyordu, ben de "her şeye rağmen" diye direniyordum. Çatışma böylece kaldı.

Bu karşıtlığın sonuçları pek hoş değildi. Babamın hayatı acılarla doluydu. Ben kendisini çok seviyordum. Oysa babam ressam olmak isteğini benden tamamen çekip koparmaya çalışıyordu. Sonunda ben biraz daha ileri giderek, artık öğrenim yapmayacağımı söyledim

Otoritesini kuran babam, benim bu çıkışlarıma kulak asmadı, yeniden ben oldum. Böyle olunca ben de dikkatli bir sessizliğe büründüm. Realschule'den istifade edemediğimi görünce babamın ister istemez arzuladığım hedefe doğru beni rahat bırakacağını hayal ediyordum. Bunda başarılı olacak mıydım? Bilmiyordum. Bilinen bir şey varsa, o da benim okulda başarısız bir öğrenci olduğumdu.

Okuldaki başarısızlığım gözle görülür gibiydi. Hoşuma giden derslere çalışıyordum. Zevkle çalıştığım derslerden tam not, diğerlerinden ise "orta" ve "zayıf " notlar alıyordum. En çok tarih ve coğrafya derslerinde başarı gösteriyordum.

İşte bu sıralarda "milliyetçi" oldum ve tarihin gerçek anlamını anlamayı, idrak etmeyi ve bu konuya nüfuz edebilmeyi öğrendim.

Eski Avusturya'nın sınırlan içinde çeşitli milletler yaşıyordu. O günlerde Reich'a mensup olanların, böyle bir devlette herhangi bir kimsenin, günlük hayatının ne şekil alabileceğini tanımlaması çok zordu. Kahraman orduların büyük zafer yürüyüşlerini andıran Alman Fransız Savaşı'ndan sonra, Almanların sınırlarının ötesinde kalan Alman topraklarına, duyulan ilgi her geçen gün biraz daha azalıyordu. Çoğu kimse bu dışarıda kalan Alman topraklarının değerini bilmeye yanaşmıyor veya bu iş de aciz kalıyordu. Özellikle Alman olan Avusturyalılar çöküş halinde bulunan bir hanedan ile, sağlam bir ırkı birbirine karıştırıyorlardı. Gerçekten de elli iki milyonluk bir devlete kendi üstünlüklerini ve meziyetlerini kabul ettirebilmeleri için Avusturyalı Almanların en iyi ırk olmaları gerekirdi. Halbuki Almanya'da, Avusturya'nın bir Alman devleti olduğu sanılıyordu. Bu tanım büyük bir hataydı. Öyle ki çok kötü sonuçlar verebilirdi. Fakat bu hatalı tanım, doğudaki on milyon Alman için gurur verici bir görüştü.

Reich'a dahil olan Almanlardan pek çoğu, Avusturya'da Alman dilinin ve Alman okullarının zaferi için daha doğrusu Avusturya'da Alman kalabilmek için devamlı şekilde çalışmanın gerektiğini bilmiyordu. Bugün bu üzücü gerçek, Reich'ın tarihinde yabancı egemenliği altında müşterek vatan düşünen, dikkatlerini bu düşünceye toplayan ve hiç olmazsa ana diline kutsal hakkı elde etmeğe çalışan birkaç milyon ırkdaşımız tarafından görülmektedir. Fakat bununla beraber, ırkı için mücadele etmenin ne demek olduğu daha büyük bir çevrede idrak edilmektedir. Hiç şüphe yok ki, bazı kimseler Reich'ın doğu sınırındaki Almanlığın büyüklüğünü takdire yanaşıyorlardı. Avusturya asırlar boyunca bu Almanlığı doğuya karşı korudu ve daha sonra da ufak çapta savaşlarla Alman dilinin sınırlarının daralmasına engel oldu. Bu direniş sırasında ise, Reich sömürgelerle ilgileniyor, fakat kapısının eşiğindeki kendi kanını ve kendi elini önemsemiyordu. Her zaman, her yerde ve her kavgada görüldüğü gibi eski Avusturya'nın diller rekabetinde de üç çeşit insan göze çarpıyordu: "Mücadele edenler, suya sabuna dokunmayanlar ve hainler."

Bu duruma ilkokullardan itibaren rastlanıyordu. Halbuki gelecek nesillerin, yetişip meydana çıktıkları bu yerlerde "dil kavgası"nın bütün şiddeti ile hüküm sürdüğüne dikkat edilmesi gerekirdi, işte burada "çocuğu fethetmek" söz konusudur. Kavganın ilk daveti çocuğa hitap etmek olmalıdır.

Alman erkek çocuğu, bir Alman olduğunu unutma. Alman kız çocuğu bir gün gelecek bir Alman annesi olacaksın, daima bunu düşün. Gençliğin ruhunu anlamasını bilen kimse, onların böyle bir daveti büyük bir sessizlik ve neşe ile dinleyebileceğini de takdir edebilir. Gençlik daha sonra mücadeleyi çeşitli zorluklara rağmen, kendisine göre ve kendisine özgü silahları ile idare edecektir. Yabancıların şarkılarını söylemekten kaçınacaktır. Gençlik, Alman şan ve şerefinden uzaklaştırılmaya ne kadar uğraşılırsa o bu adi mücadeleye o kadar karşı koyacaktır. Kendi harçlıklarından arttırarak, savaş hazinesi biriktirecektir. Yabancı öğretmenlere karşı asi olacak ve daima uyanık bulunacaktır. Kendi ırkının yasaklanmış sembollerini takacak ve bu hareketinden dolayı ceza görmekten ve hatta dayak yemekten ayrı bir sevinç duyacaktır. Yani gençler, büyüklerin doğru birer örneği olacaklardır. Hatta bu küçük örneklerin ilhamlarının, büyüklerden çoğu zaman daha üstün olduğu görülecektir.

İşte ben de çok genç olduğum bir sırada Avusturya'nın milliyetler arasındaki mücadelesine katılmak fırsatım elde ettim. Güney bölgesi ve Ligue okulu için yardım toplandı. Bluet'lerle ve siyah-kırmızı-sarı renklerle ruhlarımız coşmuş bir halde "heil" diye bağırıyorduk. ihtar ve cezalara rağmen imparator marşı yerine "DEUTSCHLAND ÜBER ALLES"i söylüyorduk, işte milli demlen bir devletin tebaalarının ırklarına ait dillerinden başka bir şey bilmedikleri bir sırada biz gençler böyle terbiye görüyorduk. Ben hiçbir vakit suya sabuna dokunmayan "gevşek insanlar"ın arasında bulunmadım. Hatta kısa bir süre sonra müteassıp bir "Milli Alman" oldum Gerçi benim bu durumum, bugün bu adı taşıyan partinin ifade ettiği anlamdan çok daha başka bir şeydi. Bu gelişme bende çubuk oldu. On beş yaşında iken, hanedan vatanperverliği ile milliyetçiliğini birbirlerinden ayırmaya ve ırk milliyetçiliği lehinde açık fikir beslemeğe başlamıştım. Habsburg monarşisinin iç durumunu incelemek zahmetine katlanmamış olanlar, böyle bir tercihi değerlendirmekte zorluklarla karşılaşırlar. Bu devletin kaderi bir eğilim beslemek, ancak okulda gösterilen tarih derslerinden doğardı. Gerçekte Avusturya'nın kendine özgü bir tarihi yoktu.Bu devletin kaderi Alman olan her şeyin varlığına ve gelişmesine öyle bağlıdır ki, tarihte Alman veya Avusturya tarihi diye bir ayrım yapılması asla akla getirilemez, işte Almanya'nın tarihi… Almanya iki devlete bölündüğü zaman parçalanmıştı. Eski imparatorluğun görkeminden Viyana'da korunabilmiş olanları, ileri bir topluluğun garantisi olmaktan çok, prestij yönünden bir etki yapıyordu.

Habsburglann yıkıldıkları gün, Alman olan Avusturyalıların kalplerinden ana topraklara katılmak lehinde içgüdüye dayanan bir ses yükseldi, işte herkesin kalbinde uyuklayan sonsuz hissi ifade eden bu istek, ancak tarih dersinin verdiği terbiye ile beslenen ve hiçbir zaman kurumayan, hatta unutulduğu günlerde bile, o anın rahatım bir kenara itip, geçmişin sesinin yavaşça yeni bir geleceği fısıldamasını sağlayan kaynak ile anlatılabilir. Bugün dahi ilkokulların üst sınıflarında dünya tarihinin okutuluşu çok hatalıdır. Öğretmenlerin pek çoğu tarih dersinin amacının sadece tarihleri ve olayları öğretmekten ibaret olduğunu sanıyorlar. Bir savaşın başlangıç veya bir mareşalin doğum, bir hükümdarın tahta geçiş tarihlerini bilmek hiç önemli değildir. Tarih okumak, tarihsel olayları doğuran ve gerektiren sebepleri öğrenmek ve araştırmaktır. Okumadaki esas ustalık şuradadır: Esaslı olanı saklamak, ayrıntıları ise unutmak.

...İşte bu günlerde Alman milletinin devamı için en büyük tehlike olan ve haklarında henüz herhangi bir fikir beslemediğim iki şeyi gördüm: MARKSİZM ve YAHUDİLİK.

İşte bu andan itibaren Viyana başkaları için neşe kaynağı olurken benim içinse hayatımın en hüzünlü anlarına, kaygılı ve üzüntülü beş yılına sahne oldu. Bugün bile Viyana'nın adı bana sıkıntılı geçen beş yılın acılarından başka bir şeyi hatırlatmaz.

Viyana'daki bu beş yıl içinde boyacılık, amelelik yaptım. Az kazanç devamlı açlığımı bir türlü doyurmuyordu...

2.Bölüm

Ben, ders göstermede ve imtihanlarda bu hususu son derece önemli bulan bir tarih öğretmenine rastlamış olmanın etkisi altında kaldım. Bu öğretmen Linz Realschule'sindeki doktor Leopold Poetsch'ti ve bu meziyetleri şahsında toplamıştı. Sert görünüşlü, fakat içi iyilikle dolu saygıdeğer bir ihtiyardı.

Göz kamaştırıcı görünüşü bizi etkiliyor ve peşinden sürüklüyordu. Ders verirken bize içinde bulunduğumuz zamanı unutturan ve bütün sınıfı sihirli bir şekilde geçmişin derinliklerine götürüp, orada yüzyıllarca sislerin altında kalmış birtakım tarihsel olaylara canlı bir gerçeklik kazandıran, bu saçları kırlaşmaya başlamış adamı, bugün bile büyük bir heyecan ile gözlerimin önüne getiririm. Biz öğrenciler, zihinlerimiz açılmış, sinirlerimiz gerilmiş, gözlerimizden yaşlar gelecek kadar heyecanlı bir biçimde bu adamın dersini dinlerdik.

Bu öğretmen sadece geçmişi, hal ile aydınlatmakla, gözler önüne sermekle kalmazdı. O geçmişten, bugün için dersler çıkarmada ustaydı. Bizi heyecan içinde bırakan günün davalarını gayet iyi anlatırdı. Bizim milli bağnazlığımızdan eğitim yolları buluyordu. Çoğu zaman, sınıfta düzeni sağlamak için milli hislerimize hitap eder başka çarelere başvurmazdı. Böyle bir öğretmen, tarihi en çok sevdiğim bir ders yaptı. Ayrıca beni, genç bir devrimci yaptığı da bir gerçektir. Fakat hemen şunu belirteyim:

Kim Alman tarihini böyle bir öğretmenden okur ve öğrenir de, milletin kaderi üzerinde yıkıcı olduğu görülen bir hanedanın düşmanı olmaz? Geçmiş devrin ve bugünün, adi ve şahsi menfaatler uğrunda Almanya'nın menfaatlerine daima hıyanet eder diye ortaya koyduğu bir hanedanın kim sadık toplumu olabilir? Biz genç olduğumuz halde Avusturya'nın, biz Almanlar için hiçbir sevgisi olmadığını ve olmayacağını biliyorduk. Günlük olaylar Habsburgların davranışları hakkında tarihten çıkan dersleri doğruluyordu. Yabancı zehirler, kuzeyde ve güneyde milletimizin bozulmasına yol açıyor, Viyana bile her geçen gün bir Alman şehri olmaktan uzaklaşıyordu. Avusturya hanedanı her hareketi ile Çeklerin işlerine yarıyordu.

Avusturyalı Almanların düşmanı Grandük Franz Ferdinand'ı ölümsüz hak ve aman vermez ceza ilahının yumruğu yere vurmuştur. Tanrı namludan çıkmasına izin verdiği kurşunlarla onu delik deşik etmiştir. Ferdinand, Avusturya'nın Slavlaştırılması faaliyetini himaye ediyordu.

Alman milletinin yükü pek ağırdı. Ondan istenen para ve kan fedakarlığının haddi hesabı yoktu. Gerçi kör olanlar bile bunun faydasızlığım anlıyorlardı. Bizi en çok üzen nokta, Habsburgların bize karşı manen korunmakta olması idi. Almanya köhnemiş monarşi idaresinde Cermen ırkının yavaş yavaş da olsa kökünün kazınmasını adeta uygun buluyordu. Hanedan, dışa karşı Avusturya’nın bir Alman Devleti olduğu intibaı uyandırırken, öte yandan Ona karşı isyan ve kin hislerini besliyordu. Bütün bunların farkına Sadece Reich'ı idare edenler varmıyorlardı. Renk körlüğüne yakalanmış gibi , bir cenazenin yanı başında yürüyorlar ve kokuşma alametleri arasında bir defa öldükten sonra dirilmeyi bulduklarını sanıyorlardı. Genç Reich ile çürük Avusturya Devleti arasındaki bu üzücü anlaşma dünya savaşının ve yok olmanın tohumlarını etrafa saçıyordu.

Bu kitapta, bu meseleye pek geniş bir şekilde temas edeceğim. Şimdi hemen şunu belirteyim ki, gençliğimden itibaren bazı esaslı fikirlere sahip olmuştum. Daha sonra bu fikirlerim gittikçe gelişti. Alman ırkının kurtuluşu Avusturya'nın yok olmasına bağlı idi. Esasen milli hisle bir hanedana bağlılık arasında bir ilgi göremiyordum. Evet özellikle Habsburg hanedanı Alman milletinin mahvına sebep olacaktı. İşte bundan dolayı şu duyguyu taşıyordum: Vatanım olan Alman Avusturyası'na ateşli bir sevgi, Avusturya Devleti'ne karşı ise sonsuz bir kin...

Zaman ilerledikçe okula borçlu olduğum bu düşünceler ve genel tarih sayesinde, günümüzde tarihin tesirini, yanı siyaseti anlamam kolaylaştı. Tarihi öğrenmek için benim çaba sarf etmeme gerek yoktu, o bana kendisini öğretecekti.

Politikada zamanından önce devrimci olduğum gibi, sanat alanında da yenilik peşinde koşmaktan kendimi alamadım. Yukarı Avusturya'nın başkentinde, şöyle böyle bir tiyatro vardı. Pek fena değil denebilecek bu tiyatroda sık sık temsiller veriliyordu. Henüz on iki yaşımda iken ilk defa bu tiyatroda Guillaume Tell'i seyrettim. Birkaç ay sonra da hayatımın ilk operasını gördüm: Lohengrin. Birdenbire büyülenmiş gibi oldum. Bayreuth üstadına karşı kabaran gençlik heyecanıma ve galeyanıma diyecek yoktu. O günden beri, her zaman eserleri beni mest etti. Küçük bir yerde bu temsillerin bana ilerde çok daha güzellerini dinlemek alışkanlığını vermeleri gerçekten benim için büyük şanstı.

Fakat bütün bunlar, babamın benim için tasarladığı memuriyet hayatına karşı bende daha çok nefret uyanmasına yol açtı. Bir memur kılıfına girmekle hiçbir vakit mutlu olmayacağıma kuvvetle inanmaya başladım. Realschule'de ortaya çıkan desinatörlük kabiliyetim, bana kararımda direnmeme yardımcı oldu.

Babamın ricaları bir yana, tehditleri de kararımı değiştirmeye yetmedi. Evet, ressam olmak istiyordum. Ne olursa olsun, asla memur olmayacaktım.

Bu arada günler geçtikçe mimariye karşı daha çok ilgi duymaya başlıyordum, O zamanlar, mimariyi resim sanatının tabii bir tamamlayıcısı sayıyordum. Böylece sanat faaliyetimin sınırlarının genişlemesine seviniyordum. Fakat sonunda işin bambaşka bir şekil alacağı hiçbir zaman aklımın ucuna gelmiyordu.

Benim için meslek problemi, tahmin ettiğimden çok daha kıs, ı bir süre içinde çözülecekti. Çünkü,babam daha ben on üç yaşını dayken ansızın vefat etti. Bir felç darbesi, babamı en güçlü döneminde iken yere vurdu. O dünyadaki hayatını acı çekmeden son.ı erdirdi. Fakat bizi büyük bir üzüntünün içine attı. Babamın en bu yük isteği, oğlunu, kendisinin ilk günlerinde çektiği yokluklardan kurtarmak için bana meslek sahibi olmamda yardım etmekti. Bu isteğini gerçekleştiremedi. Fakat bilinçsiz bir biçimde benim içime, ikimizin de aklımızdan geçirmediğimiz bir geleceğin tohumlarını ekmişti.

îlk önceleri hiçbir şey değişmedi. Annem öğrenimime, babamın istediği şekilde devam etmeye, yani beni memur yapmaya kendini borçlu saydı. Ben ise memur olmamaya her zamankinden daha çok azmetmiştim. İlkokulun yüksek sınıflarının ders programları, idealimden uzaklaştıkları oranda, okumaya karşı olan ilgim de azalıyordu. Birkaç hafta süren hastalığım, benim gelecekteki meselelerimi çözümledi ve bütün aile anlaşmazlıklarına son verdi, Ciğerlerim feci şekilde hasta idi. Doktor anneme beni, gelecekte bir kalem odasına kapamamaya ve özellikle en az bir yıl Realschule'deki öğrenimime ara vermeyi öğütledi. Gizli isteklerimin ve daha da kararlı mücadelelerimin hedefi böylece bir hamlede sağlanmış oluyordu.

Hastalandığım için annem Realschule'yi bırakarak akademiye giymeme rıza gösterdi. Bunlar mutlu günlerdi. Bana adeta rüya gibi geliyordu. Gerçekten de ileride rüya olacaktı. Fakat iki yıl sonra, flitin ölümü bu güzel tasarılarımı darmadağın ediyordu. Annem , süre ve çok acı veren bir hastalığın esiri olmuştu. Daha baştan lif kurtuluş ümidi kalmamıştı. Bu darbe beni çok etkiledi. Babama saygı ile bağlanmıştım, annemi ise sevmiştim. Hayatın gerçekleri çubuk karar vermeye zorladı. Ailemin esasen zayıf olan geçinme kaynakları, annemin hastalığı dolayısıyla hemen hemen kurumuştu , ilana bağlanan yetim aylığı geçinmeme yetmiyordu. Ne şekilde olursa olsun, ekmeğimi kendim kazanmak zorunda idim. Bir çanta dolusu elbise ve çamaşırla Viyana'nın yolunu tuttum, içimde sarsılmaz bir irade vardı. Babam elli yıl önce kaderini zorlamayı balkı ı dr babam gibi yapacaktım. Ama ben "adam" olacaktım memur değil.

Canım annem öldüğü vakit gözümün önünde geleceğim hakkında bazı gerçekler belirmişti. Annemin ölümünden önceki hastalığı sırasında ”Güzel Sanatlar Akademisi'ne” kayıt olmak için Viyana’ya gitmiştim. Kolluğumun altında bir sürü desen'lerle yola çıkarken giriş imkanını başarı ile vereceğime yüzde yüz inanıyordum. Çünkü Realschule’nin en iyi desinatörü idim. O günlerde kabiliyetlerim fevkalade gelişti. Öyle ki kendimden pek emin olduğum için çok ümitler besliyordum. Kendimi desene verdim ve mimari desenlere karşı istidadım olduğunu zannediyordum. Bu yüzden mimariye karşı ilgim de artıyordu. On altı yaşlarında iken Viyana'da Hofmuseum'da resim galerisine gittim. Fakat resimleri değil binayı seyrediyordum. Her gün sabahtan akşama kadar merakımı çeken şeylerin etrafında dolaşıyordum. Artık beni binalar ilgilendiriyordu. Saatlerce opera binasının önünde duruyor, saatlerce parlamento binasını dalgın dalgın seyrediyordum. Ringstrasse bana bin bir gece masalları gibi geliyordu, işte bu kentte ikinci defa bulunuyordum ve sabırsızlıkla, fakat mağrur bir şekilde imtihanın sonucunu bekliyordum. Fakat akademi sınavında başarılı olamadım. Haber beni yıldırım çarpar gibi çarptı. Reddedilmeme bir türlü inanamıyordum.

Rektörle görüşmeye karar verdim. Akademinin resim şubesine kabul edilmeyişim şöyle açıklandı: Sınavda verdiğim desenler, resim sahasında kabiliyetsizliğimi ortaya koyuyordu. Fakat akademinin mimarlık bölümüne girmem mümkündü. Çünkü sevdiğim desenler mimari alanda, bazı imkanlar arz ediyordu. Bitik bir halde idim. ilk defa kendimden şüphe ediyordum. Belki buna sebep kabiliyetim hakkında söylenen sözlerdi. Şimdi, bu sözler bende bir nevi dengesizlik olduğu düşüncesini uyandırıyordu. Bir türlü bu halin sebebini çözemiyor ve bundan da rahatsız oluyordum. Bir iki gün içinde kendimi mimar olarak gördüm. Gerçekte bu da birtakım zorluklarla doluydu. Çünkü Realschule'ye meydan okumak yüzünden önemsemediğim şeyler, şimdi benden intikam alıyorlardı. Akademinin mimari bölümünden önce inşaat teknik derslerini okumak gerekiyordu. Bu dersleri görebilmek için de yüksek bir ilkokul öğrenimi yapmış olmak gerekli idi. Oysa bütün bunların bir parçası bile bende yoktu. Demek ki hayallerimin gerçekleşmesi imkansızdı.

Annemin ölümünden sonra üçüncü defa Viyana'ya gelmiştim. Bu sıra sükûnete kavuştum. Azimli ve kararlıydım. Kırılan gururum geri gel misti. Artık uzun yıllar Viyana'da kalacaktım. Varacağım hedefi kesin olarak tayin etmiştim: Artık "mimar" olacaktım. Karşılaştığını zorluklar, alt edilecek cinsten engellerdi. Bu engellerin önünde baş eğilmezdi. Gözlerimin önünde daima fakir köyümüzde, ayakkabı tamirciliği yoksulluğundan memurluğa yükselmiş sevgili babamın hayali duruyordu. Bu hayal bana güç veriyor ve önüme çıkan her türlü engeli paramparça etmek kuvvetini sağlıyordu. Mücadelemin temelinde korkunç bir azim yattığı için başarı çok daha kolay olacaktı. işte o günlerde, bana alınyazımın bir zulmeti gibi görünen duruma bugün şükrediyor ve Tanrının bana bir yardımı olarak kabul ediyorum.

Yokluk ve ihtiyaçlar ilahı beni avucunun içine aldı ve bazı kere beni parçalamaya yeltendi, işte iradem böyle günlerin çetin mücadelesi ile gelişti ve sonunda ben galip çıktım. Bu günler irademi sertleştirdi ve bana sert olma kabiliyetini kazandırdı. Bu bakımdan bu devreye minnettar kaldım. Gençliğimin bugünlerine, daha çok beni kolay yaşamanın hiçliğinden çekip aldığı, güzel bir rüyaya çok fazla yüz verilmiş bir sırada uyandırdığı, endişe üzüntüyü bana "yeni ana" diye verdiği, yokluk dünyasının içine attığı ve böylece ilerde kendileri ile mücadele edeceğim kimseleri tanıttığı için saygı duyuyorum.

İşte bu günlerde Alman milletinin devamı için en büyük tehlike olan ve haklarında henüz herhangi bir fikir beslemediğim iki şeyi gördüm: MARKSİZM ve YAHUDİLİK.

işte bu andan itibaren Viyana başkaları için neşe kaynağı olurken benim içinse hayatımın en hüzünlü anlarına, kaygı ve üzüntü beş yılına sahne oldu. Bugün bile Viyana'nın adı bana sıkıntı

geçen beş yılın acılarından başka bir şeyi hatırlatmaz. Viyana'daki bu beş yıl içinde boyacılık, amelelik yaptım. Az kazanç devamlı açlığımı bir türlü doyurmuyordu. Açlık, benimle her paylaşan bir dost gibi idi. Bunda aldığım her kitabın payı büyüktü.Operada gördüğüm bir temsil, ertesi günü yokluğun bana etmesine sebep oluyordu. Bu insafsız dostumla devamlı mücadele ediyordum. Gerçi bugünlerde her zamankinden daha çok şeyler öğrendim. Mimari alandaki harcamalarım ve aç kalmama sebep olan operaya gidişlerimin dışında sayıları gün geçtikçe artan kitaplardan başka bir eğlencem yoktu. Çok, pek çok okuyordum, işim bittikten sonra arta kalan zamanımı sürekli olarak okumaya ve incelemeye ayırıyordum. Birkaç yıl sonra kendim için meydana getirdiğim bilgiler bugün bile hâlâ işime yaramaktadır.

Hemen şunu da belirteyim ki, hareketlerimin sarsılmaz temelini meydana getiren düşüncelerim bende daha o günlerde bir şekil almıştır. Daha sonra bu düşüncelerime pek az şeyler ekledim ve hiçbirini değiştirmedim . Bugün kesin biçimde şuna inandım ki, bir insanda yaratıcı düşüncelerin en büyük bölümü genellikle gençlik çağlarında kendim gösterebiliyor.

Ben, yaşlı kimselerin derin ve uzun bir hayatın tecrübelerinden doğan bir basiretle gelişen akıl ve hikmetlerini, çeşitli fikirler yayan, fakat çok oluşları dolayısıyla bunları uygulamaya imkanları olmayan gençliğin yaratıcı dehasından farklı bulurum. Gençlik bazı malzemeler toplar ve gelecek için planlar yapar. Olgunluk devresi, yani yılların getirdiği o sözde akıl ve hikmet, gençliğin dehasını öldürmediği oranda, genç nesiller bu malzeme ve planlardan faydalanırlar.

Bu ana kadar evde geçen hayatım, bütün gençlerin hayatlarına benziyordu. Yarın ne olacak düşüncesi beride yoktu. Bu sıralar bir sosyal mesele ile de karşı karşıya değildim.

Gençliğim küçük burjuvalar arasında geçmişti. Bu sınıfın kol işçilerine karşı üstünlüğü yok denecek kadar azdı. Fakat aralarındaki düşmanlık son bulmuyordu. Düşmanlığın sebebi de, her şeyden yoksun ve münasebetlerindeki kabalık göze batacak kadar çok olan bu işçi sınıfını pek az da olsa aşmış bulunanların, tekrar o seviyeye inme korkusu veyahut da hâlâ bu sınıfa dahilmiş gibi sanılmaktan çekinmeleri idi. Bu sosyal seviyeyi bir defa geçmiş olan alçak gönüllü durumdaki kimseler için bile, kısa bir süre de olsa tekrar o yeninmek çekilmez bir zorunluluk olur.

Çoğu zaman yüksek bir sosyal seviyedeki kimseler, kendi vatandaşları arasında basit seviyelerde kalmış olanları, sonradan görmüş olanlara kıyasla daha az kötülerler. Burada sonradan görmüş, olarak vasıflandırdığım sınıf, kendi imkanlarını kullanarak durumunu düzelten kimselerin topluluğudur. İşte bu topluluğa dahil bu kimse hayatın her türlü acılarına muhatap olduğu için, geride bıraktığı basit sınıf mensuplarına karşı her türlü acıma hissi unutmuştur...

Kader bana bu hususta yardımcı oldu. Çünkü, babamın önceleri tatmış olduğu sefalet ve her türlü maddi imkansızlıklara tek dönmek zorunda kalınca, küçük burjuva olarak aldığım terbiyeni dar görüşlerinden ve değerlendirmelerinden sıyrıldım. Böylece m sanları tanımayı ve gerçek tarafları ile görmeyi öğrendim.

Viyana yirminci asrın başlarında sosyal haksızlıklarla dolu kent olmuştu. Servet ve yokluk burada yan yana yaşıyordu, Kentin merkezinde ve kenar mahallelerinde, elli iki milyon nüfuslu ve çeşitli milletlerden kurulu bir imparatorluğun nabzının attığı görülüyordu. Göz kamaştıran bir saray hayatı, imparatorluğun öteki bölümlerinin servet ve zekasını bir mıknatıs gibi kendine çekiyordu. Bu cazibeye Habsburglar Monarşisi'nin sistemli bir görünüş içindeki merkeziyetini de eklemek gerekir. Bu merkeziyet, birbirlerine hiç benzemeyen bir sürü milleti sağlam bir şekilde bir arada tutmak için gerekli görülüyordu. Fakat yüksek otoritelerin, imparatorun Oturduğu şehirde toplanmalarına sebep oluyordu.

Viyana, sadece Tuna Monarşisi'nin siyasi, fikri ve sanat merkezi degildi. Aynı zamanda ülkenin iktisadi kalbinin attığı yer olarak da tebarüz ediyordu. Burada yüksek dereceli memurlar, yüksek rütbeli subaylar, ilim ve fikir adamları ile sanatkarlar vardı. Fakat bütün bu kalabalığa karşılık bir de işçi ordusu vardı. Aristokrasinin kamaştıran varlığı yanında, yokluğun son noktası bir dev gibi Ring caddesinin büyük binalarının önünde yüzlerce, işsiz bir aşağı bir yukarı gezinip duruyordu. Bu işsizler, Avusturya’nın zafer dolu günlerini hatırlatan bu büyük caddenin kanallarının içinde, çamuru kendilerine yatak yaparak yaşıyorlardı. Toplumsal dengesizlik Almanya'nın hiçbir kentinde, Viyana'dakinden daha iyi incelenemez. Fakat bu inceleme işi hiçbir zaman sınıflara tepeden bakarak yapılamaz. Bu korkunç yoksulluğun ortasına düşmemiş bir kimse, Viyana'daki iktisadi durumun kötülüğünü anlayamaz. Eğer bu işe layıkıyla sarılmayıp da işi ucundan tutarsanız, ancak basit bir geveze ve istismarcı olmaktan ileri gidemezsiniz. "Halka doğru gitmek" merakına kapılan birtakım şık kimselerin, feleğin yüksek lütfuna kavuşmuş olanların ve sonradan görmelerin bu yoksulluk için fikir beyan etmeleri, konuşmaları, çağrı göstermeleri derdin halledilmesi yönünde uğursuzluktan başka Bu gibilerin düşünceleri içgüdüden yoksundur, fakat yinede her işi birden kavramak düşüncesine giderler. Sonunda savundukları tezlerin hiçbir işe yaramadığını görünce de şaşırıp kalırlar kendilerinin anlaşılmamış olmalarını, utanmadan halkın nankörlüğü olarak vasıflandırırlar. Bu şekil düşünen kafalar için bir gerçek olmamakla beraber şöyle denebilir:hı l,ı,iliydin bütün bu konularla hiçbir ilgisi yoktur. Özellikle bunlardan dolayı minnettar kalmak gerekmez. Çünkü lütuf ve iane dağıtılmayacaktır. Haklar geri verilecektir.

Ben toplumsal meseleleri bu biçimde inceleme durumunda kalmadım. Koyulmuşların ve yenilmişlerin ordusuna kaydolunca, sefalet beni kendisini incelemeye çağırmaktan çok, beni kendisinin uyruğu yaptı. Eğer kobay, ameliyata karşı durmuş ise suç kobayın değildir.

Bugün o günlerime ait hatıralarımı toplamaya çalıştığımda, bunu tam başaramıyorum. Aklımda sadece belli başlı olanları, bana pek yakından temas edenleri kalmış. Bunları, burada kendilerinden istifade ettiğim derslerle beraber göreceğiz. İş bulmak benim için hiçbir zaman güç olmadı. Çünkü ekmek paramı kazanmak için usta bir işçi gibi değil, yardımcı işçi veya rençper gibi çalışıyordum. Böyle yeni bir dünyada, kendilerine yeni bir hayat düzeni kurmak ve yeni bir vatan fethetmek gibi insafsız bir istekle Avrupa'nın tozunu ayakları ile silkeleyenlerin aralarına girmiştim, insanı tembelliğe sevk edecek görev ve mevki düşüncelerinden, çevre ve geleneklerden yoksun bulundukları için önlerine çıkan her yere uzanıyorlar, her işe dört elle sarılıyorlardı. Namusluca çalışmanın hiçbir kimseyi lekelemeyeceğini biliyorlardı. İşte benim için yepyeni olan bu dünyaya, kendime bir yol açabilmek için bütün varlığımla atılmak kararını aldım. Aradan çok geçmeden şu nü gördüm ki, herhangi bir yerde iş bulmak, bulunan işte devamlı çalışabilmekten daha kolaydı. Günlük ekmekten emin olamama bana yeni hayatın karanlık yönlerinden biri olarak gözüktü.

Usta bir işçinin, herhangi bir rençper gibi işten sık sık kovul madiğini da tespit ettim. Gerçi usta işçi de, çalıştığı yere tam güvenemiyordu; işsizlik dolayısıyla aç kalmak ihtimaline daha az uğruyorsa da, grev veya lokavt tehlikeleri ile karşılaşıyordu, işçinin günlük ücretinden emin olmaması sosyal ve iktisadi hayatın en. korkunç yaralarından biridir.

Genç köylü çocukları daha kolay para kazanılıyor zannıyla şehre göç ederler. Belki de şehirde para kazanmak daha kolaydır, gençler büyük şehirlerin zenginliklerine kapılırlar, ilk işindeki kazancı garanti olduğu için, şehirde, yeni bir mevki elde edebilere, ümidi doğduğu vakit köyünü terk eder. Ayrıca genç toprak işçi h ziraat işçisi azlığı dolayısıyla köyde uzun bir işsizliğin sürmesini' imkansız olduğunu da bilirler. Şehre göç edenler, toprak işçisi olarak kalanlara kıyasla daha akıllı ve daha kabiliyetli olan kimselerdir, işte çoğu kez elinde birkaç para ile şehre gelen genç köylü, eğer hemen iş bulamazsa ümitsizliğe kapılmaz. Onu yıkan şey, bir işe girdikten sonra işsiz kalmasıdır. Çünkü yeni bir iş bulmak, özellikle kış aylarında çok zordur, ilk günler, üyesi olduğu sendikadan bir miktar işsizlik ücreti alır ve biraz da elinde bulunan para ile geçinir. Takat işsizlik fonundan aldığı yardım da kesilip, elde avuçta bir şey kalmayınca büyük bir sefaletle burun buruna gelir. Kendisine ait ufak tefek şeyleri satar veya rehine verip para alır. Bu bereketsiz parada bitince, sağda solda sürünmeye başlar. Kılık kıyafet itibariyle de aşağılık bir mevkie düşer. Kış kıyamet günü parasız kalışı, onun belini bir kat daha büker.

Fakat bir süre sonra bir iş bulursa da, akıbet yine aynı olur. Bu hali birkaç sefer devam eder. Sonunda alın yazısına rıza göstermeye alışır. Aynı şeyin devamlı tekrarı genç işçide bir alışkanlık meydana getirmiş olur.

Böylece önceleri çalışkan olan genç, her işte ve her şeyde kendini salıverir. Bu duruma düşünce de, sadece korkunç kârlar peşinde koşan ahlaksız adamların oyuncağı haline gelir, işte böyle bir genç işçi ekonomik ihtiyaçları uğrunda mücadele etmenin, devleti veya medeniyeti ortadan kaldırmakla aynı iş olduğu kanaatine varır. Ben bu karara varmadan önce, binlerce işçiyi inceledim. Sonunda genç adamları korkunç bir iştahla kendine çeken ve daha sonra onları öğüten ve kendine göre şekil veren, nüfusları bir iki milyonu iline nefret duymaya başladım. Bu işçiler böyle bir manzara içinde kaldıkları sürece milliyetlerini kaybediyorlardı.

Bende diğer işsizler gibi kaldırımlarda süründüm. Kaderimin her türlü darbelerine maruz kaldım, iş ile işsizliğin birbirini sık kovalaması geçinmek için şart olan masrafları ve harcamaları intizamsız bir hale sokuyordu. Açlık, kazanmanın kolay olduğu günlerde daha lüks bir hayat yaşamaya zemin hazırlıyordu. Vücut iyi günlerde bolluğa ve fena zamanlarda da açlığa alışıyordu. Yokluk, para kazanmanın daha kolay olacağı günlerde işçiyi daha düzenli, bir yaşayış planlamaktan alıkoyuyor, işkence ettiği zavallıların gözlerinin önüne kolay ve keyifli yaşamanın hayallerini getiriyordu. Bu hayale o kadar çekicilik veriyordu ki, sonunda hayali bir istek doğuyordu. Ücret biraz imkan sağlarsa, her şey unutuluyor ve ne pahasına olursa olsun, bu hayal gerçekleştiriliyordu. Yeni iş bulmuş bir kimse her türlü iyi düşüncelerden uzaklaşıyor, gününü gün etmeye başlıyordu, ilerdeki günler için mütevazı bir yaşayış planlayacak yerde, bu imkanı temelinden dinamitliyordu. Geliri ilk günlerde yedi günün beşine yetiyordu. Sonraları ise bu üç güne iniyordu. Aradan bir süre geçtikten sonra da bir günlük ihtiyacı karşılıyordu. En sonunda ise bir gecelik eğlencede bitiyordu.

Evde ise çoğu zaman kadın ve çocuklar oluyordu. Eğer koca iyi kalpli bir kimse ise, yani eşini ve çocuklarını kendi tarzına göre seviyorsa, bunlar da bu yaşayışa alışıyorlardı. Bir haftalık gelir, evde hep birlikte israf ediliyordu. Paranın yettiği kadar yiyip içiyorlardı. Bu durum, iki üç gün sürüyordu. Sonra yine hep birlikte açlığın acısını çekiyorlardı. Bu sırada kadın sağa sola başvurup, bir parça şeyi veresiye alıyordu. Haftanın son günleri bu şekilde idare ediliyordu. Öğle vakitleri herkes hafif bir yemeğin etrafında toplanıyordu. Artık hafta başı iple çekiliyor, hep ondan bahsedilerek, boş mide ile yeni tasanlar yapılıyordu.

Çocuklar küçük yaştan itibaren sefaletle yakın bir ahbaplık kurarlar.

Eğer erkek, hafta başları kendi kafasına göre hareket ederse işler değişir. Karısı, çocukları için onunla kavgaya başlar. Evde kavga ek sik olmaz. Erkek karısından uzaklaştığı nispette alkole yaklaşır. Ar tık koca, her hafta sonu sarhoştur. Kadın, kendi ve çocukları için bir yemek parası temin edebilmek için, fabrikadan meyhaneye giden yolda kocasının arkasına düşer. Pazar veya pazartesi geceleri erkeği sarhoş, fakat cepleri boş bir durumda eve gönderdiğinde, çocukların gözleri önünde acınacak sahneler cereyan eder. İnsanın kemiklerini sızlatan bu sahnelere yüzlerce defa tanık oldum, îlk önceleri içimde isyankar bir duygu vardı. Fakat sonunda bu acı olayların derin sebeplerinin feci yönlerini teşhis ettim. Fena bir çevrenin bahtsız kurbanlarına acıdım.

Ev derdi ise daha feciydi. Viyana işçilerinin oturdukları evle ı deki sefalet sözle ve yazıyla anlatılacak gibi değildi, O sefalet dolu inleri içlerinde pisliğin aktığı sığınakları düşündükçe bugün bile titremekten kendimi alıkoyamıyorum. Bu sefalet ile yokluğun ve çocukların kötü kaderlerinin önü alınmazsa, er geç korkunç ve bu kadar gerekli olan "mukabele"nin davet edileceğini hiç akıllarına getirmeden olayların akışına şuursuz bir şekilde ilgisiz kalan bu beşeriyetin hali ne olacaktı?

işte beni böyle bir hayat üniversitesine yazdırmış olan Allah'ın lütfuna bugün ne kadar minnettar kalsam azdır. Bu gördüklerime ve hoşa gitmeyen şeylere ilgisiz kalamazdım. Süratle ve esaslı bir şekilde öğrenim yaptım.

O günlerde etrafımdaki insanların akıbetlerinden ümidimi kesmemek için, onların bu hale düşmelerinin sebeplerini tetkike lüzum vardı. Ancak bundan dolayı, acı ve ıstırap veren sahneleri tetkike ve seyre tahammül edebiliyordum. Göz yaşartıcı sahnelere fena kanunların, fena tecrübeleri sebep olduğu görülüyordu.

İste bu günlerde, ben de yaşamak için bin bir zorlukla pençeleşiyordum. Bundan dolayı, bu aşağılık hal karşısında sonu üzüntü bir hissiyata kapılmaktan kendimi koruyordum. Ancak meseleyi bu şekilde görüp, kapamak olmazdı. Bana göre bu feci halin düzeltilmesi için iki şık vardı. Biri, toplumsal sorumluluk duygusundan ilham alınarak gelişmemiz için çok daha iyi ve sağlam temeller atmak , diğeri de, artık ıslahı ve eğitilmesi imkansız hale gelmiş olan çocukları sert ve biraz da kaba bir kararla ortadan kaldırmaktır.

Bu sonuç, yani gençlerimizdeki milli heyecanın azlığı, bizim iyi kalpli burjuvaları hayrete düşürecektir.

Burjuva daima böyledir. Tiyatro, sinema, adi kitaplar ve gazetelerle, halka zehrin nasıl verildiğini görür ve sonunda da halkın ahlakındaki zaaftan ve bananecilikten hayrete düşer. Sanki sinema ve şüpheli basın milli büyüklüğümüzün değerini halka yaymaya çalışıyorlarmış gibi... işte o zamana kadar aklıma gelmeyen şu ilke}1! öğrendim:

Bir kavmi millet haline getirebilmek, daha önce kusursuz ve sağlam bir toplumsal çevre yaratmaya bağlıdır. Kişinin eğitimi için bu gerekli bir zemindir. Ancak, aile yuvasında ve okulda memleketinin fikri, iktisadi ve siyasi büyüklüğünü öğrenen bir kimse, o millete mensup olmanın gururunu duyabilecek ve tadacaktır, insan ancak sevdiği ve hürmet ettiği şey uğruna mücadele eder. Hürmet etmek için bilmek şarttır. Toplumsal konulara karşı ilgim uyanınca, bu konuları ciddi bir şekilde inceliyordum. On ana kadar bende meçhul olan yeni bir dünya gözlerimin önüne seriliyordu.

1909 ile 1910 yılları arasında durumum değişti. Hayatımı amele olarak değil de ressam sıfatı ile kazanıyordum. Bu meslek sayesinde ancak geçinebiliyordum. Fakat yeni mesleğim sayesinde akşamları yorgun düşmekten kurtulmuştum. Artık şantiyeden döndükten sonra yatağa kıvrılıp yatmıyordum. Çalışmalarım gelecekteki mesleğimle ilgili idi. Mecburiyet dolayısıyla resim yapıyordum. Zevk için çalışıyordum.

Gerçek hayatın ortaya koyduğu derslerle, toplumsal konular hakkında karşılaştığım şeyleri bu gerekli nazari bilgilerle tamamlama imkanını buluyordum. Bu konuya dair elime geçen kitapların hepsini okuyordum. Hem okuyor, hem de düşünüyordum.

O günlerde çevremdeki insanların beni "kaçık" kabul ettiklerini tahmin ediyorum.

Ayrıca, bunlardan başka mimari çalışmalara da ihtiras ile kendimi vermiştim. Bunu, müzik gibi güzel sanatların bir kraliçesi kabul ediyordum. Mimari sahadaki çalışmam benim için bir gerçek çalışma değil, sanki mutluluktu. Gece geç saatlere kadar hiç yorgunluk duymadan okuyup, desen yapıyordum. Hedefe varmam için uzun yıllar beklemem gerektiğini görmeme rağmen, güzel hülyam bu konudaki inanışıma kuvvet veriyordu. Mimar olarak ün kazanacağıma dair tam bir kanaatim vardı.

Bu zevkli çalışmamın yanı sıra, siyasete gösterdiğim ilgi, pek büyük bir anlam taşımıyordu, tam tersine bu işi, düşünme kabiliyeti olan her yaratığın mecbur olduğu ilkel bir görev sayıyordum. Halbuki siyaset alanında bilgisi olmayan bir kimse her çeşit eleştiri veyahut herhangi bir görev yapma hakkını kaybederdi. Bu alanda da çok okuyor ve çok düşünüyordum. Benim için okumak, sözüm ona düşünürlerimizin bir bölümünün ifade ettiği anlamla aynı değildi.

Bazı kimseler vardır ki, bunlar hiç ara vermeden kitap okurlar. Okuduklarından bir netice çıkarmaksızın devamlı okuyup dururlar. Bu kimselerde bir yığın bilgi yardır. Fakat beyinleri bu bilgileri bir esasa göre tasnif edip değerlendiremez. Bir kitabın bütün içeriğini adeta ezberlerler. Kabiliyetleri, okudukları kitabın içinden ayrıntıyı atıp, esası zihinlerinde tutmaya ve bu bilgi özünü ilerde kullanmaya yetmez. Kitap herkesin kendi mesleğinin veya idealinin tespit ettiği muayyen bir sınırı doldurmak için değerli bir vasıtadır. Kitaplar hayat mücadelesine atılmış olanlara veya büyük ideal sahiplerinin geniş ufuklarına, yani ufuklar katmakta yardımcı olurlar. Demek ki okumak bir gaye değildir. Okumanın ve bilgi edindikten sonra mütalaada bulunmanın hedefi, dünya hakkında genel bir fikre ve görüşe sahip olmaktır. Sistemli biçimde okuyarak elde edilecek bilgiler, bir mozaik parçası gibi yerine yerleştirilmelidir. Böylece kitap okuyanın zihninde dünya hakkında genel bir fikir meydana getirilmelidir. Yoksa okuyucunun kafasında büyük bir değerden yoksun bir bilgi salatası meydana gelmemelidir. Bu bilgi salatası sahibine bir gurur vesilesi olsa da, herhangi bir işe yaramaz. Kafalarının içinde bilgi salatası taşıyan kimseler, kendilerinin çok şeyler bildiklerine hükmederler. Fakat bu gibi kimselerin hayatları ya bir hastanede ya da politika çukurunda son bulur.

Böyle karmakarışık bilgi ve fikirlerle dolu beyin, istediği bilgiyi, kendisine gerekli olduğu an, bu kalabalığın içinden tutup çıkaramaz. Çünkü beyindeki bilgi tortusu hiçbir elemeye tabi tutulmamıştır. Sadece okunan kitapların içerdiği bilgilerle beraber bir sürü ayrıntı üst üste yığılıp kalmıştır.

Bu gibi zavallı yaratıklar karşılaştıkları zorunluluklar sırasında okuduklarından faydalanacakları akıllarına gelse bile, ancak kitabın adım, sayfa numarasını ezbere bilmeleri gerekir. Aksi halde bu gibi kimseler işlerine yarayacak bilgileri hayatları boyunca bulamazlar. Buldukları anda da iş işten geçmiş olur.

işte, hükümet üyelerinin büyük ilim sahibi olmalarına rağmen, hata çukuruna yuvarlanmalarının sebebini başka yerde aramaya gerek var mıdır?

Bir kitap veya dergide, gazetelerde veyahut bir broşürde kendi özel ihtiyaçlarına cevap veren bir malzemeyi görüp, ayrıntının arkasından çekip alabilen kimse, okumayı bilen, okuduğunu anlayan kimsedir. Bu kimsenin kendisi için faydalı olduğunu anladığı bilgi özü , herhangi bir husus için, derhal zihinde oluşan hayalin içinde yerini bulur. Bu bilgi özü ya o düşünceyi ya da hayali tamamlar veya düzeltir, veyahut da onu açıklığa kavuşturur.

Okumayı bilerek yapmış olan kimse hayat mücadelesi sırasında imi bir şeyle karşılaşırsa, hafızası yıllar önce de olsa çok eskiden elde ettiği fikir ve bilgiyi onun zihnine getirir. Muhakeme sahibi olan kimse de derhal bu bilgi ve fikirleri mantığına göndererek olay karşısında tavır alır. işte okuma böyle yapılırsa bir yarar sağlar.

Örneğin bu şekilde hareket etmeyen, daha doğrusu edemeyen bir konuşmacı, kendisini dinleyenlerden birinin yapacağı itiraz karşısında şaşırıp kalacaktır. Hatta hatta bu konuşmacı haklı bile olsa, o sıra acı içinde kıvranacaktır. Bu kimse ne savunduğu fikirler için delil ve tamamlayıcı bilgiler bulabilir ne de itiraz eden kimseyi susturabilecek haklı ve doğru bilgiler gösterebilir. Bu durumun kişisel sorumluluklar söz konusu olduğunda bir zararı yoktur. Ancak felek bu gibi kimseleri milletin başına bela ederse, işte o zaman tehlike belirir.

Ben küçük yaşımdan itibaren okurdum, yani iyi okumaya alıştım. Bu işte hafızam ve aklım bana büyük çapta yardımcı oldular. Bu sayede Viyana'da geçen günlerim benim için çok verimli oldu. Her gün gördüğüm yeni manzaralar beni devamlı olarak incelemeye ve okumaya itti. Gerçeği nazari olarak, nazariyatı ise gerçekle tetkik, tahkik ve tahlil ettiğim için, kuramsal bilgilerle kafamı doldurmadım. Günlük tecrübelerim toplumsal meselelerden başka, iki büyük husus hakkında da kesin bir fikir verdi.

Böylece ben onları çok ince bir şekilde tetkik ve tahlil ettim.

Gençliğimde Sosyal Demokrasi hakkındaki bilgim çok azdı ve tamamen yanlıştı. Sosyal Demokrasi'nin gizli oy usulü için yaptığı mücadele beni memnun ediyordu. Çünkü bu usul ile tiksindiğim Habsburglar rejiminin çökeceğini tahmin ediyordum. Ben Tuna Devleti'nin Cermenliği gözden çıkarmazsa ayakta kalamayacağına inanıyordum, fakat nüfusun içindeki Alman unsurunun Slavlaştırılması da hiçbir güvence vermeyecekti. Keza Slavizmin bir topluma verdiği aynı cinsten olma kuvvetini gözümüzde büyütmemeliyiz. Sözün kısası nüfusu 10 milyon olan ve vatandaşları arasındaki Cermen ırkını ölüme mahkum eden bu devletin bir an evvel yıkılmasını ve aynı zamanda bu yıkılma işini çabuklaştıracak her hareketi destekliyordum. Dillerin çeşitli oluşunun doğurduğu kargaşalık parlamentoyu nasıl zayıflatır ve zaafa uğratırsa, bu hükümetin yıkılma anı da, o kadar çabuk olacaktı. Bu an Alman Avusturya'sının hürriyet anı olacaktı. Artık Avusturya'nın anavatan Almanya ile birleşmesine bir engel kalmayacaktı. Bu bakımdan Sosyal Demokratların hareketleri ve tutumları benim düşüncelerim yönünden çok iyiydi. Sosyal Demokratların işçi lehinde çalışmaları o günlerde benim hoşuma gidiyor ve bu yüzden beni bu partinin sempatizanı olmaya zorluyordu. Beni bu partiden uzak tutan husus ise, Sosyal Demokratların Avusturya sınırı içindeki Germenlerin muhafaza edilmesi için yapılan mücadeleye karşı çıkması idi. Halbuki Slav komünistleri, Sosyal Demokrasi'nin bu tutumunu sevinçle karşılaşmalarına rağmen, başka hususlarda bu partiye karşı çok küstah ve gaddar davranıp tepeden bakıyorlardı. Böylece bu siyasi dilencilere hakları olan cevabı vermiş oluyorlardı.

On yedi yaşımda iken "Marksizm" hakkında da henüz bende bir fikir oluşmamıştı. Sosyal Demokrasi ile Sosyalizm'e hemen hemen ayn

Rulo Börek Tarifi




Harika bir rulo börek tarifi için hazırmısınız, çaylarınız kuru gitmesin misafirlerime ne ikram edeceğim diye düşünmeden hemen rulo börek nasıl yapılır buyrun okuyun..













Malzemeler :

4 yufka

1 soğan

3 patates

Sıvıyağ

1 yumurta

Tuz, karabiber

1 yemek kaşığı domates salçası

Çörek otu






Tarifi :

Öncelikle patateslerimizi haşlıyoruz. Bir tava içinde soğanımızı ve salçamızı kavuruyoruz. İçine haşlanmış patatesleri ve tuz ve karabiberi ekleyip harmanlıyoruz. Yufkamızı tezgaha açıyoruz. Üzerine yağ sürüyoruz. Yufkamızın ikiye kare şeklinde gözleme gibi uçlarını katlıyoruz. Geniş alt kısmına harcımızı koyup rulo şeklinde seriyoruz. Geri kalan 3 yufkaya da ayın işlemi uyguluyoruz. Börekleri tepsiye alıp dolapta 1 saat bekletiyoruz. Parçalar halinde keserek üzerlerine yumurta sarısı sürüp çörek otu serpiştiriyoruz. Önceden ısıtılmış 180 derecelik fırında üzerleri kızarana kadar pişiriyoruz. Afiyet olsun..

Sunday, August 26, 2012

Örgü Panço Modeli ve Yapılışı



Sponsor Bağlantıları


Örgü Panço Modeli ve Yapılışı






155 ilmekle başlanır…




Modelin Yapılışı

ARKA: 155 ilmekle başlanır. 10 sıra 1 düz 1 ters pirinç örgü örüldükten sonra düz örgü olarak 2 sıra örülüp yanlardan 1 er ilmek içerden ve ortadaki 1 ilmeğin her 2 tarafından l’er ilmek kesilerek 2 sıra tekrar kesimler yapılarak 2 sıra daha örülür. Her 4 sırada bir toplam 26 defa l’er ilmek kesilerek bedende 51 ilmek kaldığında , ortada her 4 sırada bir yapılan kesimlere aynı şekilde devam edilirken yanlardan üst üste 2 defa l’er ilmek içli kesim yapılır, sonra kenarlardan 1 defa 2, 2 defa 3, 1 defa 4 ilmek kesilirken son kesimin altındaki kesim yapılırken arka yaka ortasından da 19 ilmek kesilerek arka parça bitirilir.

ÖN: Arka parça gibi başlanır aynı sıralı işlemler tekrarlanarak örülür.Bedende 18 kere l’er ilmek kesilip 83 ilmek kaldığında ortadan 1 ilmek kesilerek beden 2 ayrı parçaya ayrılıp yanlarda içli kesimlere devam edilir. Her bir parçada 34′er ilmek kaldığında ön yaka kenarından 1 defa 5, 1 defa 4, 1 defa 3, 2 defa 2, 3 defa 1 ilmek kesilirken, yanlardan da içli kesim olarak üst üste 3 defa 1 ilmek kesilip kenarlardan 1 defa 2, 2 defa 3, 1 defa 4 ilmek kesilerek ön parça da bitirilir. Ön ve arka parça dikildikten sonra alt etek kısmına saçaklar takılır, ön yaka ucuna iplik bükülüp takılarak bitirilir.




Bir önceki yazımız olan Örgü Kalem Şal ve Yapılışı başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.



Sponsor Bağlantıları




« Bayan Panço Modeli   |  

Örgü Bayan Pançosu Açıklamalı »




Yorumlar

Wednesday, August 22, 2012

Örgü Bebek Elbisesi Anlatımlı



Sponsor Bağlantıları




Örgü Bebek Elbisesi Anlatımlı






Sponsor Baglantilari








MALZEME: 300 gr. sarı, 200 gr. bej yün.

3 ve 4 numara şiş, 2 tane






Modelin Yapılışı

KAŞKOL: 4 numara şiş ve sarı yün ile 68 ilmek başlayın. Düz örgü örün. 97 cm. sonra ilk 34 ilmeği örün. 2 sırada bir yanlardan 8 defa 1 ilmek eksiltin. Son 34 ilmeği ayırıp ortada kalan ilmekleri kapatın. Son 34 ilmeği de baştaki gibi her iki yanından eksilterek örün. Tersten nemli bir bezle ütüleyin. Bir yüzüne ayı desenini şemadan bakarak işleyin. İşlemeleri ilmeklerin üzerine ilmek ilmeğe işleyeceksiniz. Kaşkolün yarısını dikin.

BERE: 3 numara şiş ve bej yün ile 100 ilmek başlayın. 3 cm. 2/2 lastik örün. 4 numara şişlere geçin ve düz örgü örün. 13 cm. sonra ilk 26 ilmek üzerinden şu şekilde eksiltme yapın: 11 ilmeği yüz örün, 2 ilmeği birlikte örün. Aynı işlemi 1 kez daha tekrarlayın. Eksiltmeleri 2 sırada bir 10 defa tekrar edin. Sona kalan ilmekleri kapatın. Böylece sol arka kısım yapılmış olur. Ortadaki 48 İlmeği şu şekilde örün: 10 ilmeği yüz, 2 İlmeği birlikte. 3 kez tekrar edin. Bu eksiltmeleri de iki sırada bir 10 defa tekrarlayın. Sona kalan ilmekleri kapatın. Son 26 ilmeği de ilk 26 ilmek gibi örüp, tamamlayın.

KULAKLAR: 2 tane yapacaksınız. 4 numara şiş ile 17 ilmek başlayın. Bej yün ile 6 sıra düz örgü örün. Yanlardan her sırada bir 4 defa 1′er ilmek eksiltin. Kalan ilmekleri kapayın.

HAZIRLANIŞI; Bereyi arka ortadan dikin. Kulakları ilmeklerle tutturun. Pembe ile ön kısma şemadaki ayı desenini işleyin. Berenin tepesini dikin.






Bir önceki yazımız olan Örgü Multi Simli Siyah Renk Bayan Kazağı ve Açıklaması başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.



Sponsor Bağlantıları




« Çocuklar İçin Örgü Uzun Hırka Anlatımlı   |  

Örgü Çocuk Kazağı Anlatımlı »






Yorumlar

Sunday, August 19, 2012

Lamy Fountain Pen - Al-Star Model - Fine Nib - Aluminum Body




Lamy Fountain Pen - Al-Star Model - Fine Nib - Aluminum Body Review













Lamy Fountain Pen - Al-Star Model - Fine Nib - Aluminum Body






Lamy Fountain Pen - Al-Star Model - Fine Nib - Aluminum Body Feature








  • AL-Star Aluminum Fine Point Fountain Pen






  • Fountain Pen Fine Point











"Buy Lamy Fountain Pen - Al-Star Model - Fine Nib - Aluminum Body" Overview

Al-Star is an all-aluminum version of the popular Safari line. Grip the sleek silver or metallic green high-tech, lightweight body near the clear gripping section. Solid and lightweight, the Al-Star is one extremely comfortable writer. Nib on fountain pen is black chromium plated stainless steel.

Fountain pen does NOT come with a converter--be sure to order one if you like to bottle-fill!

Material: Aluminum. Warranty: Lifetime. Weight: Medium/Light. MANUFACTURERS WILL ONLY HONOR WARRANTIES ON PRODUCTS PURCHASED FROM AN AUTHORIZED DEALER. DON'T GET BURNED, BUY AUTHORIZED.You will not be disappointed with Lamy Fountain Pen - Al-Star Model - Fine Nib - Aluminum Body




Related Products








  • Lamy Safari Converter Z24






  • Lamy Safari Fountain Pen - Charcoal - Fine






  • Lamy Refill Converter (LZ24)






  • Lamy Cartridges Refill - Black (5-pack) T10BK






  • Noodler's Black Waterproof Fountain Pen Ink - Bulletproof











For more INFORMATION






....Check price...Product Rating..Customer Reviews



Saturday, August 18, 2012

Humus Tarifi (Suriye Mutfağı)




Genelde Türk mutfağına ait pratik yemekler üzerine tarifler paylaştığımız sitemizde ara sıra sizlerle farklı mutfaklara ait tatlar paylaşmak istiyorum. Bunlardan biri Humus. Humus Suriye mutfağına ait farklı bir lezzet. Şimdi gelelim Humus tarfine:






Nohutu haşlayalım ve kabuklarını soyalım.

Ardından nohutları el blendırı ile ezerek püre haline getirelim.

Sarımsakları da soyduktan sonra iyice ezelim.

Tahinimizi, ezilmiş sarımsakları, limon suyunu, tuzu, nohut püresine ekleyip güzelce karıştıralım.

Malzemeler iyice karıştıktan sonra geniş bir kaba aldığımız karışımımızın üstüne kırmızı biberi, kimyonu ve karabiberi serpiştirin.

En son olarak zeytinyağını tüm malzemelerin üzerinde gezdirelim. Servis etmeden önce isterseniz nane dallarıyla süsleyiniz.

Humus servise hazır, afiyet olsun.









Malzemeler: (4 kişilik, 10 dakika)

1 su bardağı haşlanmış nohut1 çay bardağı tahin1 çay bardağı zeytinyağı1 çay kaşığı kimyon2 diş sarımsakyarım limonun suyu1 çay kaşığı kırmızı toz biber3-4 dal taze nane

Ahmet Arif - 33 Kurşun

Ahmet Arif - 33 Kurşun










Sözleri :






OTUZ ÜÇ KURŞUN ( 33 - Kurşun )

Bu dağ Mengene dağıdır

Tanyeri atanda Van’da

Bu dağ Nemrut yavrusudur

Tanyeri atanda Nemruda karşı

Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur

Bir yanın seccade Acem mülküdür

Doruklarda buzulların salkımı

Firari güvercinler su başlarında

Ve karaca sürüsü,

Keklik takımı...

Yiğitlik inkar gelinmez

Tek’e - tek doğüşte yenilmediler

Bin yıllardan bu yana, bura uşağı

Gel haberi nerden verek

Turna sürüsü değil bu

Gökte yıldız burcu değil

Otuzüç kurşunlu yürek

Otuzüç kan pınarı

Akmaz,

Göl olmuş bu dağda...

Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı

Sırtı alacakır

Karnı sütbeyaz

Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı

Yüreği ağzında öyle zavallı

Tövbeye getirir insanı

Tenhaydı, tenhaydı vakitler

Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı

Baktı otuzüçten biri

Karnında açlığın ağır boşluğu

Saç, sakal bir karış

Yakasında bit,

Baktı kolları vurulu,

Cehennem yürekli bir yiğit,

Bir garip tavşana,

Bir gerilere.

Düştü nazlı filintası aklına,

Yastığı altında küsmüş,

Düştü, Harran ovasından getirdiği tay

Perçemi mavi boncuklu,

Alnında akıtma

Üç topuğu ak,

Eşkini hovarda, kıvrak,

Doru, seglavi kısrağı.

Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!

Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,

Böyle arkasında bir soğuk namlu

Bulunmayaydı,

Sığınabilirdi yüceltilere...

Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,

Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,

Yanan cıgaranın külünü,

Güneşlerde çatal kıvılcımlanan

Engereğin dilini,

İlk atımda uçuran

Usta elleri...

Bu gözler, bir kere bile faka basmadı

Çığ bekleyen boğazların kıyametini

Karlı, yumuşacık hıyanetini

Uçurumların,

Önceden bilen gözleri...

Çaresiz

Vurulacaktı,

Buyruk kesindi,

Gayrı gözlerini kör sürüngenler

Yüreğini leş kuşları yesindi...

Vurulmuşum

Dağların kuytuluk bir boğazında

Vakitlerden bir sabah namazında

Yatarım

Kanlı, upuzun...

Vurulmuşum

Düşüm, gecelerden kara

Bir hayra yoranım çıkmaz

Canım alırlar ecelsiz

Sığdıramam kitaplara

Şifre buyurmuş bir paşa

Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz

Rivayet sanılır belki

Gül memeler değil

Domdom kurşunu

Paramparça ağzımdaki...

Ölüm buyruğunu uyguladılar,

Mavi dağ dumanını

ve uyur-uyanık seher yelini

Kanlara buladılar.

Sonra oracıkta tüfek çattılar

Koynumuzu usul-usul yoklayıp

Aradılar.

Didik-didik ettiler

Kirmanşah dokuması al kuşağımı

Tespihimi, tabakamı alıp gittiler

Hepsi de armağandı Acemelinden...

Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız

Karşıyaka köyleri, obalarıyla

Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,

Komşuyuz yaka yakaya

Birbirine karışır tavuklarımız

Bilmezlikten değil,

Fıkaralıktan

Pasaporta ısınmamış içimiz

Budur katlimize sebep suçumuz,

Gayrı eşkiyaya çıkar adımız

Kaçakçıya

Soyguncuya

Hayına...

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz

Rivayet sanılır belki

Gül memeler değil

Domdom kurşunu

Paramparça ağzımdaki...

Vurun ulan,

Vurun,

Ben kolay ölmem.

Ocakta küllenmiş közüm,

Karnımda sözüm var

Haldan bilene.

Babam gözlerini verdi Urfa önünde

Üç de kardaşını

Üç nazlı selvi,

Ömrüne doymamış üç dağ parçası.

Burçlardan, tepelerden, minarelerden

Kirve, hısım, dağların çocukları

Fransız Kuşatmasına karşı koyanda

Bıyıkları yeni terlemiş daha

Benim küçük dayım Nazif

Yakışıklı,

Hafif,

İyi süvari

Vurun kardaş demiş

Namus günüdür

Ve şaha kaldırmış atını.

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz

Rivayet sanılır belki

Gül memeler değil

Domdom kurşunu

Paramparça ağzımdaki...

Friday, August 17, 2012

Dantel Seccade Modelleri sik

Yorum Yapın!





Geri izleme ve Yorumlar RSS



Be nice. Keep it clean. Stay on topic. No spam.



İsim (required)



Mail (yayınlanmayacak) (required)



Website (isteğe bağlı)





Aşağıdaki kodu kullanabilirsiniz:
<a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>







Gvenlik Kodunun Resmi

Yeni Resim Gster


CAPTCHA Code *


Thursday, August 16, 2012

Monique Lhuillier 2013 gelinlik modelleri




by rengin on 10 Ağustos 2012






Gelinlik düğünlerinde giyecekleri gelinlik için bir ton para dökerler. En ucuzu bile gelinliğin cep yakıcıdır. Herkes kendi düğün törenini hususi kılmak ister. Sonuçta her gün giyilmeyecek en güzel çağımızda bizimde şık olmak hakkımız bu nedenden dolayı gelinliğe vereceğiniz paraya muhakkak acımayın. Geleneksel gelinliklerin beyaz veya bej benzeri renkte olması pek nadirdir. Bir gelin için en büyük şey istediği gelinliği bulmaktır. Bu onlar için en büyük mutluluk ve heyecan vericidir. Düğününüzden en az üç ay kala önce gelinliğinize karar kılmış olmalısınız. eğer düğününüz yaz aylarına denk geliyorsa, modaevlerinin ve gelinlik firmalarının bu aylarda çok aşırı olduklarını dikkate almak ve siparişinizi dört ay önceden vermek daha iyi olur. çok sayıda 2013 gelinlik modelleri arasından istediğinizi seçmek gerçekten zor olacaktır. Gelinlik alırken içerisinde ne kadar sorunsuz edeceğinizi de unutmayın. Evlilik hazırlığı yaparken şüphesiz en önemli detay gelinlik seçimidir. Kararsızlık alır başını gider. Monique Lhuillier 2013 gelinlik modelleri gelinliklerine göz gezdirin.














































































































































































 

Gelen Arama terimleri:






























































  • monique lhuillier gelinlik modelleri






























































Buhara Pilavı Tarifi




Adım adım buhara pilavı tarifi..






4-5 kişilik

10 dakika

Tencerede orta ateşte 30 dakika



Malzemeler







Dana eti (100 gram)

Pirinç (3 su bardağı)

Havuç (2 adet)

Tereyağı (2 çorba kaşığı)

Dolmalık fıstık (4 çorba kaşığı, kavrulmuş)

Badem (1 çay bardağı)

Tarçın (1 dal)

Karabiber (1 tatlı kaşığı)

Karanfil (5-6 adet)

Sıcak su (4,5 su bardağı)

Tuz






Püf Noktası






Tercihe göre 1 çay kaşığı yenibahar da ekleyebilirsiniz. Buhara pilavını tavuk göğsü ile de yapabilirsiniz. Çukur bir kaseye bir kaşık et ve birkaç bademi koyun. Üzerine de pilavı koyduktan sonra kaseyi servis tabağına ters çevirerek servis yapabilirsiniz.






Adım Adım Pişirme


1- 3 su bardağı pirinci sıcak suda 10 dakika bekletin. Pirinci suyun altında iyice yıkayın ve süzün.



2-
Bu sırada tencereye 2 çorba kaşığı tereyağı koyun ve kızdırın. 1 çay bardağı bademi kızgın yağa atın ve kavurun.






3- 100 gram dana etini kuşbaşı kesin. Doğradığınız etleri bademlerle birlikte 1-2 dakika kavurun.






4- 2 adet havucu rendeleyin. Rendelediğiniz havuçları etlerle birlikte, havuçlar rengini verene ve bademler yumuşayana kadar kavurun.






5- Süzdüğünüz pirinçleri de tencereye ekleyin ve 1-2 dakika kavurmaya devam edin. Üzerine kavrulmuş dolmalık fıstık, 1 dal tarçın, 1 tatlı kaşığı karabiber, 5-6 adet karanfili ve yeterince tuzu serptikten sonra karıştırarak birkaç dakika kavurun. Tencereye 4.5 su bardağı sıcak suyu dökün ve kapağını kapatın. Pirinçler suyunu çekene kadar orta ateşte pişirin. 7-8 dakika dinlendirdikten sonra pilavınız servise hazır.



Tagged with: Buhara Pilavı Tarifi

Monday, August 13, 2012

Forex Güvenilir Mi

Forex, ingilizce Foreign Exchange kelimelerinin ilk harflerinden oluşturulan bir kelimedir. Forex Türkçede döviz alışverişi şeklinde ifade edilebilir. Bir döviz bürosunda alım – satım yapmak çok kazançlı değildir fakat uluslararası borsalarla alışveriş yapmak çok kazançlıdır.
Forex piyasasının toplam işlem hacminin 35-40 Milyar $ civarında olduğu düşünülürse bu durum daha net anlaşılır. Günlük döviz alım – çok büyük miktarda paralar kazanılabilir.



Forex işlemlerini yapabilmek için bazı aracı kurumlar kullanılmaktadır. Otomatik alış-satış işlemleri ve 24 saat işlem yapmak bu sayede online mümkündür. Bu aracı firmalar paranızın 100 katı destek vererek alışveriş yapmanızı sağlayabilir. Böylece kazancınızı kolayca Okumaya devam et →





Borsa, Forex kategorisine gönderildi
|

forex, forex güvenilir mi, forex nasıl, forex nedir, forex para kazanmak ile etiketlendi

|



Paranızı forex piyasasında değerlendirmek istiyorsanız şu hususlara dikkat etmelisiniz;


a) Yatırımınıza aracılık eden kurumun Sermaye Piyasası (SPK) lisansına sahip olması gerekir. Güvenli bir yatırım yapmak ve risk seviyesini en aza indirmek istiyorsanız bu lisansa sahip olan kurumlar ile çalışmalısınız.


b) Yatırım araçlarının fiyat değişimine etki eden tüm faktörleri takip etmelisiniz. Bu fiyatlar birçok farklı nedene bağlı olarak değişmektedir. Başta ekonomiyi ilgilendiren gelişmeler olmak üzere dünya üzerindeki tüm önemli gelişmeler bu noktada etkili olmaktadır. Bundan dolayı günlük yatırım yapan, kısa vadede kazanç elde etmek isteyen forex yatırımcıları dünyada yaşanan gelişmeleri yakından takip etmelidir. Ayrıca hangi haberin hangi yatırım aracına ne yönde etki edeceğini analiz etmeliler, bu yönde hizmet veren internet sitelerini takip etmelidirler.



c) Forex piyasasında işlem gören para birimlerinin değişimine etki edecek faktörlere yönelik bilgi sahibi olunmalıdır. Örneğin; Avrupa Merkez Bankası‘nda (ECB) yaşanacak bir hareketlilik para birimlerinin değerlerinde Okumaya devam et →





Borsa, Forex kategorisine gönderildi
|

deneme forex hesabı, forex deneme, forex güvenilir mi, forex nasıl yapılır, forex nedir, forex para kazanmak, forex piyasalarında işlem, güvenilir forex ile etiketlendi

|



Forex, uluslararası piyasalarda döviz alışveriş işlemidir. Çok yüksek kazanç elde etme imkanı sunmasıyla birlikte yüksek oranlarda riskte içermektedir. Forex kesinlikle bir iş olarak görülmemeli, yüksek risk oranına sahip olduğundan; kaybettiğiniz zaman maddi durumunuzu sarsmayacak miktarlarda yatırım yapmanız tavsiye edilir. Yazımın devamında Forex piyasasında, kazanç elde etme yöntemlerini anlatacağım..



Forex’le Nasıl Kazanılır?


Forex ile uluslararası piyasalarda döviz alışverişi yaparsınız. Alımını yaptığınız dövizleri satarken, o anki döviz kuru üzerinden kar veya zarar edersiniz. Burada önemli olan nokta, kur düşükken ileride değerlenecek olan dövizlere yatırım Okumaya devam et →





Borsa, Forex kategorisine gönderildi
|

döviz alışverişi, forex güvenilir mi, forex nedir, forex para kazanmak, güvenilir forex ile etiketlendi

|

Wednesday, August 8, 2012

Soya Etli İç Pilav Tarifi













Soya Etli İç Pilav


MALZEMELER

20 gr soya eti (ilik su içinde en az 20 dakika bekletilmis)

1 çay bardagi pirinç

1 tatli kasigi kus üzümü

1 orta boy kuru sogan

1 yemek kasigi çam fistigi (dolmalik fistik)

1 tutam yenibahar

1 tutam tarçin

1 su bardagi soya eti suyu

2 yemek kasigi tereyag

1 tatli kasigi soya yagi

1 demet dereotu

1/4 çay kasigi karabiber

1/4 çay kasigi tuz

YAPILIŞI

Soya yaginda önce çam fistigini bes dakika kavurun, üzerine ince kiyilmis

sogani ekleyin. Soganlarin rengi hafif koyulastiginda, iyice yikadiginiz

pirinci süzerek üzerine ilave edin. Kavurma islemine pirinçler matlasincaya

kadar devam edin. Kavrulan pirince soya eti ve suyunu ekleyin, suyunu

çekene kadar pisirin, altini kapatmadan önce iyice yikadiginiz kus üzümünü

ekleyin, yenibahar, tarçin, tuz ve karabiberle tatlandirdiktan sonra ocagi

kapatin. 20 dakika dinlendirin, çok ince kiydiginiz dereotu ile karistirarak

servis yapin.

Tuesday, August 7, 2012

1208.0883 (T. Papakonstantinou et al.)


Critical Behavior of the Three-Dimensional Ising model with Anisotropic

Bond Randomness at the Ferromagnetic-Paramagnetic Transition Line    [PDF]

T. Papakonstantinou, A. Malakis

We study the $\pm J$ three-dimensional Ising model with a spatially uniaxially anisotropic bond randomness on the simple cubic lattice. The $\pm J$ random exchange is applied in the $xy$ planes, whereas in the z direction only a ferromagnetic exchange is used. After sketching the phase diagram and comparing it with the corresponding isotropic case, the system is studied, at the ferromagnetic-paramagnetic transition line, using parallel tempering and a convenient concentration of antiferromagnetic bonds ($p_z=0 ; p_{xy}=0.176$). The numerical data point out clearly to a second-order ferromagnetic-paramagnetic phase transition belonging in the same universality class with the 3d random Ising model. The smooth finite-size behavior of the effective exponents describing the peaks of the logarithmic derivatives of the order parameter provides an accurate estimate of the critical exponent $1/\nu=1.463(3)$ and a collapse analysis of magnetization data gives an estimate $\beta/ \nu=0.516(7)$. These results, are in agreement with previous studies and in particular with those of the isotropic $\pm J$ three-dimensional Ising at the ferromagnetic-paramagnetic transition line, indicating the irrelevance of the introduced anisotropy.
View original: http://arxiv.org/abs/1208.0883

1208.1158 (Thomas A. Maier)


Superconductivity in striped and multi-Fermi-surface Hubbard models:

From the cuprates to the pnictides    [PDF]

Thomas A. Maier

Single- and multi-band Hubbard models have been found to describe many of the complex phenomena that are observed in the cuprate and iron-based high-temperature superconductors. Simulations of these models therefore provide an ideal framework to study and understand the superconducting properties of these systems and the mechanisms responsible for them. Here we review recent dynamic cluster quantum Monte Carlo simulations of these models, which provide an unbiased view of the leading correlations in the system. In particular, we discuss what these simulations tell us about superconductivity in the homogeneous 2D single-orbital Hubbard model, and how charge stripes affect this behavior. We then describe recent simulations of a bilayer Hubbard model, which provides a simple model to study the type and nature of pairing in systems with multiple Fermi surfaces such as the iron-based superconductors.
View original: http://arxiv.org/abs/1208.1158

Elmalı Pasta Tarifi









Elmalı pasta hazırlamak için oyunumuzda malzeme sırasını takip edin ve belirli bir süreyle her bölümü hızlı geçmeye çalışın.


































Sunday, August 5, 2012

Zara 2012

Zara bu yıl ki koleksiyonu 1987 li  Danimarkalı genç bir model olan Freja Beha ile yaptığı çekimlerle tanıttı. Koleksiyonda sadelik ön planda. Aynı zamanda rahatlığın ve salaşlığın da aşılandığı bu koleksiyon daha çok günlük hayat için hazırlanmış gibi görünüyor. Neyse ki o eski “kasıntı moda” tasarımlarından kurtuldu dünyamız

İşte Zara’nın Freja Beha’lı o harika sonbahar Kış koleksiyonu.

 



VN:F [1.9.19_1165]

Rating: 0.0/10 (0 votes cast)

VN:F [1.9.19_1165]

Thursday, August 2, 2012

fiskos masa ortusu dantel ornekleri

fiskos masa ortusu dantel ornekleri ile alakali benzer icerik




yazma kenarı oya modelleri yazma kenarı örnekleri, yazma kenarı modelleri yazma kenarı oya örnekleri






pike takımı dantel örneği, pike takımları dantel örnekleri, dantel pike takımı örnekleri, pike takımı






iğne oyası yazma örneği, iğne oyası yazma kenarı modeli 2010 iğne oya modelleri, 2010






tülbent oyaları, iğne oyası tülbent, iğne oyası tülbent örnekleri, iğne oyaları, tülbent iğne oyaları,






Çarşamba, Nisan 30, 2008






Çeyizlik yatak örtüleri, Çeyizlik yatak örtüsü modelleri, Son moda yatak örtüsü takımı, Tüm çeyiz






EVET BAYRAM BİTTİ HERKESİN TEKRARDAN GEÇMİŞ KURBAN BAYRAMI MUBAREK OLSUN,ALLAH KABUL ETSİN NİYETİNİZİ BAYRAM






Halkalardan sepet modelli havlular için Yine yuvarlak halkalardan sepet modeli verilmiş havlu danteli örneği






22/12/2009 Rüyada havlu görmek, aile fertlerinden veya komşulardan birinin bir kız çocuğu olacağına işarettir.



Popular Articles:

  • fiskos masa örtüsü modelleri

  • fiskos örnekleri

  • dantel masa örnekleri

  • mendilden masa örtüsü

  • dantel masa örtüsü örnekleri

  • mendil masa örtüsü

  • mendil kenarı örnekleri

  • MASA örnekleri

  • masa örtüsü dantel örnekleri

  • kolay fiskos modelleri